The Wall, kuşkusuz zamanının en görkemli albümlerinden biri olmuştur. Hatta tüm zamanların...
Bir şarkıyı üst üste kaç kez dinleyebilirsiniz?
Peki ya bir albümü?
Kelimeleri yakalamak kolay olsa da felsefesi bambaşka, sözcüklerden öte.
Albümün çıkmasından tam 3 sene sonra film uyarlaması geldi.
Roger Waters'ın sözleri ile örülen bir duvarı izleriz film boyunca.
Ve yıkılışını...
Filmi birkaç kez izledikten sonra albüm bir daha eskisi gibi dinlenemez bir hal alıyor.
Her bir notada, sözlerle iç içe geçmiş o sahneler canlanıyor kafalarımızda...
Hayatınız boyunca kafanızdan çıkmayacak flashbackler yaratıyor film.
Pink adlı bir karakter anlatılır film boyunca.
2. Dünya Savaşı sırasında babasını kaybeden küçük Pink, duvara ilk tuğlaları bu dönemde koyar. Ardından okul dönemi anlatılır. Zamanla bir rock star olan Pink'in hayatı ve ilişkileri zamanla berbat bir hal alır ve artık duvar tamamen örülmüştür.
Yalnız kalan Pink'in çığlıkları hiçbir şekilde duyulmaz ve iyice dünyadan kopar, konserlere devam edemez hale gelir. Kısa bir süre içinde iyice deliren Pink, duvarın arkasında mutlu olan bir faşiste dönüşür.
Daha sonra tükendiği nokta ve yargılanma süreci gösterilir. Yargılama sürecinde Pink'in kendisiyle hesaplaşmasını konu edilir.
Herşeye rağmen sonunda duvarlar yıkılır ve tüm karanlığına rağmen albüm aydınlık bir sonla biter.
***
2013'te ailemden gelen doğum günü hediyesi Roger Waters: The Wall Live bileti oldu.
Son nefesimi verene kadar unutulmayacak konserler arasında ilk sıradan inmeyeceğine eminim!
Gezi olayları sırasında yayınladığı bir yazıda direnişçilerin yanında olduğunu vurgulayan Waters, herkesin kalbini bir kez daha çalmıştı.
Ama ne yalan söyleyeyim, bu desteğini konsere yansıtacağını hiç beklemiyordum.
Tamamen görsel bir şölen olan bu konserin en güzel ve özel anı, Mother şarkısı sırasında duvara yansıyan gezide verdiğimiz kayıplardı...
ITU Arenadaki herkesin bir arada slogan atması ve bir yandan da gözyaşlarını silecek peçete araması unutulamayacak bir anı oldu.
"Sizi hep hatırlayacağız."
Ve o konuşması:
***
Bilmeyenler ve merak edenler için yayınladığı o destek yazısı:
To all my friends in Turkey
I am with you! We are with you! You are so right to resist the forces of autocracy and repression. It doesn't matter who they are.
If I read the Internet right, in your case, you are resisting autocratic religious zealots.
Turkey is your country and we support you and yearn for your freedom, but also, you and your struggle are so important to the rest of the world.
Every time a man or woman or child takes to the streets, and stands up for human rights, for self determination, for democracy, for Mistress Liberty, the rest of the world is in debt.
We are not physically with you in the water cannon's fire, in the tear gas clouds, but we are with you in spirit.
We applaud your stand for we know it is not easy.
Your great country stands at the gateway between east and west. ISTANBUL is legend in the history of civilization. Your resistance today may well be a turning point between all of us and a return to the dark ages.
THERE IS NOTHING MORE IMPORTANT THAN WHAT YOU ARE DOING TODAY:
With love, and tears, and huge respect,
Roger Waters.
***
Son olarak, böyle bir adamı tanımamı sağladığı için anneme teşekkürler...
Sherlock Holmes yaratılan en başarılı karakterlerden biridir benim için.
2010 senesinden beri hayranlıkla izlediğim dizi uyarlamasıyla Sherlock ise, izlediğim en başarılı uyarlamalar arasında.
Benedict Cumberbatch veMartin Freeman tarafından canlandırılan Sherlock Holmes ve Dr. John Watson karakterlerinin, günümüze uyarlanması konusunda bu derece bir başarı sağlayabilen herkes büyük bir alkışı hak ediyor.
Bu yapımın sevmediğim tek özelliği sezonunun SADECE 3 bölümden oluşması!
Tamam, bölümler 90 dakika sürüyor ve tamamen görsel bir şölen ama 3. SEZONU TAM 2 YILDIR BEKLİYORUZ BE!
Yeni bölümün gelmesine sayılı günler kala yayımlanan mini-episode a bakacak olursak beklediğimize değen bir sezon olacak gibi...
Zaten bu prodüksiyonun başarısız olma ihtimali sıfıra yakın...
Dizinin senaryosu öylesine yazılıp ortaya atılmış bir senaryo da değil.
Üstüne çokça düşünülmüş ve özenle yazılmış, akıcı bir senaryo var karşımızda.
Dönem dizisi olmasından kaynaklanabilecek tüm olumsuzlukları kolayca atlatmış bir yapım.
Dekorlar ve kostümler tam dönemine ait.
Dizinin kadrosu
Şu ana kadar sadece 12 bölümden oluşan ilk sezonu yayınlanmış ve bomba gibi bir sezon finali yapmış olan bu diziye başlamanızı şiddetle tavsiye ediyorum.
Hem ben de 9 ay sonra gelmesi planlanan yeni sezonu beklerken tek başıma kalmamış olurum.
***
"Kütüphanede bebek doğurmak hakkında yüzlerce kitap varken yapılışı hakkında neden hiç kitap yok?"
Persepolis, 2007 yapımı MarjaneSatrapi'nin aynı ismi taşıyan ve çizgi roman olarak yazılmış otobiyogrofisinin sinemaya uyarlanmasıyla yapılmış animasyon filmdir. Ayrıca kitaba bağlı kalınarak film siyah - beyaz çekilmiştir.
Filmin konusu Iran'da gerçekleşen rejim değişikliğinin Marjane'nin karşılaştığı durumları hayat şartlarındaki değışimlerini ve duygularını en güzel şekilde vermektedir.
Iran'da yapılan rejim değişikliğini basit bir şekilde anlatılmıştır. Kısaca Marjane'nin gözünden Iran'in monarşiden devrime, devrimden teokratik düzene geçişini anlatmaktadır. Aynı zamanda insanların yaşadıkları zorlukları, okullarda verilen eğitimi, günlük hayatta kadınların karşılaştıkları zorlukları ele almaktadır. Örneğin; kadınların çarşaf giymeleri zorunlu, içki içmek yasak, partiler gizli şekillerde düzenleniyor, yurtdışından getirilen kasetler illegal yollarla satılmaya çalışılıyor.
Biraz da Marjane'nin karakterinden bahsetmek istiyorum. Küçük yaşında ülkesinin bombalandığinı gören , kendi yolunu bulmaya çalışan, açıksözlü ve cesaretli bir kızdır. Okul zamanlarında punk müzik, ABBA ve Iron Maiden'i keşfetmiştir.
14 yaşına geldiğinde ailesi Marjane'i Viyanaya gönderme kararı alırlar. Bunun sebebi ise Marjane'nin din hocalarına karşı görüşlü olması annesinde büyük bir korku doğuruyor. Viyana'da yaşadığı ikilemler, yaşadığı aşklar, yalnızlığı ve en önemlisi memleketine duyduğu özlem ağır basmaya başlıyor. Diğer yandan da ailesini geride bıraktığını düşünerek kendisini suçlu hissediyor. Yaşadığı hayal kırıklıklarıyla ülkesine geri dönüyor.
Bu filmde Iran'da yaşayan kadınların hangi koşullarda yaşamak zorunda kaldıklarını öğreniyoruz. Aile, aşk hayatları, din, özgürlük, ihanet, sadakat ve kadın olmak başlıkları altında gözlemleyebiliriz.
Videoda görüceğiniz bölüm ise Marjane'in depresyondan çıkışını, hayata devam etme kararını aldığı güzel sahnelerden bir bölümdür. Filmde hem eğleneceğiniz bölümler hem de gerçek yaşantıları göstererek sizi düşünmeye iticek keyifli bir film.
Daniel Auteuilve Vanessa Paradis gibi isimleri bir araya getiren bu film tutku, aşk ve şanstemaları üzerinden ilerliyor.
Siyah beyaz olmasıyla izleyenlerin üzerinde beklenenden fazla bir etki bırakan bu masalsı film sonlarına doğru Istanbul'a uzanarak bizleri biraz daha içine çekiyor.
Paris'te bir köprüde başlıyor ve Galata Köprüsünde sonlanıyor.
Bir türlü aradığı aşkı bulamayan Adele ile şansın her zaman kendisinden bir adım önde olduğunu düşünen Gabor'un karşılaşması sonucu beraber yürüdükleri yolu izliyoruz bu 90 dakika boyunca.
Birbirine dokunmadan sevişebilen iki insanın hikayesi...
Filmin tamamının özlü sözle dolu olması yapımın bir başka başarısı.
Özellikle filmin sonuna doğru Adele ve Gabor'un girdiği uzak diyaloglar rüya gibi işlenmiş.
Bu ikilinin yansıttığı o muhteşem duygu patlamasını başka hiçbir yerde bulamayanlar filmi tekrar tekrar izleyerek gideriyorlar özlemlerini.
Müzikleri de filmin kendisi kadar konuşulan eserlerden biri olan Köprüdeki Kız, soundtrack seçimleri ile büyük bir başarı sağlıyor.
Özellikle de Who Will Take My Dreams Away? şarkısı ile duygularzirveye ulaşıyor.
***
Yaşadığınız, hissettiğiniz ama tanımlayamadığınız o duyguyu anlatan filmlerden biri özetle.
Requiem For A Dream 1978 tarihli Hubert Selby, Jr.'ün romanından, 2000 yılında sinemaya
uyarlanan, yönetmenliğini Darren Aronofsky'nin yaptığı
ve başrollerini Ellen Burstyn, Jennifer Connelly, Marlon Wayans ve Jared Leto'nun paylaştığı
bir trajedi filmidir.
Kült bir film olan Requiem for a dream de uyuşturucu bağımlısı olan dört kişinin hayalleri uğruna kendi sonlarını getirişini ele almaktadir.Sara televizyon bağımlısı dul bir kadındır. Oğlu Harry uyuşturucu bağımlısı bir genç, sevgilisi Marion ve en yakın arkadaşı olan Tyrone( uyuşturucu satıcısıdır). Bu dört kişinin birleştiği noktalar ise bağımlılık ve hayalleridir.
Sara'nın hayalini kuruduğu tek şey izlediği yarişma programına katılmaktır. Ve bir gün katilmaya hak kazanır. Oğlunun mezuniyetinde giydiği kırmızı elbiseyi giymeye karar verir fakat bunun için zayıflaması gerekmektedir. Zayıflamak için aldığı ilaçlar aslında kendisini kötü bir sona doğru sürüklemektedir.
Diğer bir yandan ise Harry ve Tyrone uyuşturucu işinden çok iyi para kazanmaya başlarlar. Harry'nin tek amacı kendi hayallerini ve sevgilisinin hayallerini gerçekleştirmektir. Gençlerin varolma savaşlarını, güzel bir yaşama ulaşma çabalarını görüyoruz.
(Speed bağımlısı olan Sara'nın geldiği son durum)
Filmin geneline baktığımızda aslında anlatılan
konu bağımlılık ve bunun sonucunda olabilicek en kötü durumları önümüze
koymaktadır. Çekimler ve oyuncuların gösterdiği performans sayesinde o duyguları
yaşamınızı sağlıyor. Üzüntüyü, kaygıyı, küçük sevinçleri yaşayabiliceğiniz bir
filmdir
Film Müzikleri Albümü Clint Mansell ve Kronos Quartet tarafından derlenmiştir. Genellikle haber bültenlerinde duyduğumuz bu müziği hemen hatırlayacaksınız. Bu müzik seçiminin filmle bütünleşmesiyle harika bir etki yaratiyor.
Filmin en guzel karelerinden biri de her karakterin cenin pozisyonunda yattığı bu karede aslında hayallerinin bittiğini, yalnızlıklarını, çaresizliklerini ve bağımlılıklarını
anlatan en güzel sahnelerden biri. Ayrıca çok az bir bütçeyle çekilmiş olan bu filmi izlerken karamsarlık duygusuna kapılmamanız imkansız.
"Irkçılık" konulu filmler denince şüphesiz akla ilk gelen eserlerden biridir.
American History X, 1998 yılı yapımı, seneryosunu David McKenna'nın yazdığı ve Tony Kaye'nın yönettiği bu filmde esas alınan konu ırkçılık karşıtlığıdır. Edward Norton (Derek Vinyard), Edward Furlong (Danny Vinyard), Stacy Keach (Cameron Alexander) ve Ethan Suplee (Seth Ryan) gibi oyuncuların başrollerini üstlendikleri bu filmde, oyuncular sadece rollerine bürünebilmek için bile haftalarca çalışmak zorunda kalmıştır. Hatta ve hatta bir takım hurafelerde çıkmıştır "Edward Norton bu filmde oynadığı karakterden dolayı bir süre psikolojik tedavi görmüştür" diye.
İkinci Fragmanı;
Film 90'lı yılların ortasında geçmekte ve Derek Vinyard'ın hikayesini anlatmaktadır. Henüz daha küçük olan Derek, babasının siyahi bir uyuşturucu satıcısı tarafından öldürüldükten sonra, gün be gün ırkçı ve neonazi olma yolunda ilerlemeye başlamıştır. Derek ilerleyen günlerde Venice Beach mahallesinde varolan bir neonazi çetesine girmiş ve bu çetenin lideri olan Cameron Alexander'ın bir numaralı adamı olmuştur.
Bir gece arabasını çalmaya çalışan 3 zenciden ikisini öldürür. Özellikle bir tanesi feci şekilde katleder(bacağından vuruduğu siyahi adama,ağzını kaldırıma dayamasını ister ve şuursuzca öldürür) Böyle bir sahnenin pek iç açıcı olduğu söylenemez fakat filmede bambaşka bir hava kattığınıda hiç kimse inkar edemez:.
Vahşice ama yinede görülmeye değer diye düşünüyorum :)
Bir çok ele alınacak konu varken "Irkçılık" temasının işlenmesi doğru bir karar olsa gerek. Çünkü, halen dünyada ırkçılık konusu gündemdedir ve özellikle de Amerika'da. Irkçılığın doğurduğu sonuçları tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor desek yanlış olmaz.
Derek ve Danny Vinyard'ın odası;
Edward Norton'ın oyunculuğunu da değinmez isek olmaz. Derek Vinyard karakteriyle, aşırı ırkçı, nazi sempatizanı, katı düşüncelere sahip ve yıkılmayan bazı tabuları olan bir adamı canlandırmıştır. Yaptıklarının bir hiç uğruna olduğunu fark edince inanılmaz bir değişim yaşayarak ılımlı, tabuları olmayan ve ırkçılığa karşılığı savunmuştur. Hatta Edward Norton, bu filmdeki rolü ilen Oscar'a aday gösterilmiş fakat alamamıştır.
Filmde ki kardeşi Edward Furlong (Danny Vinyard)'ın oyunculuğunu pas geçemeyiz. Tıpkı Derek Vinyard gibi yetişen Danny Vinyard, daha genç olmasına rağmen abisinin statüsü sayesinde fazlasıyla saygı duyulan biri olarak karşımıza çıkıyor.
Filmde kayda değer bir Soundtrack seçimi yok. Fakat Johnny Rebel tarafından yazılmış olan ve filmin kısacık bir yerinde Ethan Suplee (Seth Ryan) tarafından söylenen bu marş akıllara kazılmıştır.
White Man Marches On
Ve son olarak filmdeki unutulmaz olan o replik:
"Has anything you've done made your life better ?"