Daniel Auteuilve Vanessa Paradis gibi isimleri bir araya getiren bu film tutku, aşk ve şanstemaları üzerinden ilerliyor.
Siyah beyaz olmasıyla izleyenlerin üzerinde beklenenden fazla bir etki bırakan bu masalsı film sonlarına doğru Istanbul'a uzanarak bizleri biraz daha içine çekiyor.
Paris'te bir köprüde başlıyor ve Galata Köprüsünde sonlanıyor.
Bir türlü aradığı aşkı bulamayan Adele ile şansın her zaman kendisinden bir adım önde olduğunu düşünen Gabor'un karşılaşması sonucu beraber yürüdükleri yolu izliyoruz bu 90 dakika boyunca.
Birbirine dokunmadan sevişebilen iki insanın hikayesi...
Filmin tamamının özlü sözle dolu olması yapımın bir başka başarısı.
Özellikle filmin sonuna doğru Adele ve Gabor'un girdiği uzak diyaloglar rüya gibi işlenmiş.
Bu ikilinin yansıttığı o muhteşem duygu patlamasını başka hiçbir yerde bulamayanlar filmi tekrar tekrar izleyerek gideriyorlar özlemlerini.
Müzikleri de filmin kendisi kadar konuşulan eserlerden biri olan Köprüdeki Kız, soundtrack seçimleri ile büyük bir başarı sağlıyor.
Özellikle de Who Will Take My Dreams Away? şarkısı ile duygularzirveye ulaşıyor.
***
Yaşadığınız, hissettiğiniz ama tanımlayamadığınız o duyguyu anlatan filmlerden biri özetle.
Requiem For A Dream 1978 tarihli Hubert Selby, Jr.'ün romanından, 2000 yılında sinemaya
uyarlanan, yönetmenliğini Darren Aronofsky'nin yaptığı
ve başrollerini Ellen Burstyn, Jennifer Connelly, Marlon Wayans ve Jared Leto'nun paylaştığı
bir trajedi filmidir.
Kült bir film olan Requiem for a dream de uyuşturucu bağımlısı olan dört kişinin hayalleri uğruna kendi sonlarını getirişini ele almaktadir.Sara televizyon bağımlısı dul bir kadındır. Oğlu Harry uyuşturucu bağımlısı bir genç, sevgilisi Marion ve en yakın arkadaşı olan Tyrone( uyuşturucu satıcısıdır). Bu dört kişinin birleştiği noktalar ise bağımlılık ve hayalleridir.
Sara'nın hayalini kuruduğu tek şey izlediği yarişma programına katılmaktır. Ve bir gün katilmaya hak kazanır. Oğlunun mezuniyetinde giydiği kırmızı elbiseyi giymeye karar verir fakat bunun için zayıflaması gerekmektedir. Zayıflamak için aldığı ilaçlar aslında kendisini kötü bir sona doğru sürüklemektedir.
Diğer bir yandan ise Harry ve Tyrone uyuşturucu işinden çok iyi para kazanmaya başlarlar. Harry'nin tek amacı kendi hayallerini ve sevgilisinin hayallerini gerçekleştirmektir. Gençlerin varolma savaşlarını, güzel bir yaşama ulaşma çabalarını görüyoruz.
(Speed bağımlısı olan Sara'nın geldiği son durum)
Filmin geneline baktığımızda aslında anlatılan
konu bağımlılık ve bunun sonucunda olabilicek en kötü durumları önümüze
koymaktadır. Çekimler ve oyuncuların gösterdiği performans sayesinde o duyguları
yaşamınızı sağlıyor. Üzüntüyü, kaygıyı, küçük sevinçleri yaşayabiliceğiniz bir
filmdir
Film Müzikleri Albümü Clint Mansell ve Kronos Quartet tarafından derlenmiştir. Genellikle haber bültenlerinde duyduğumuz bu müziği hemen hatırlayacaksınız. Bu müzik seçiminin filmle bütünleşmesiyle harika bir etki yaratiyor.
Filmin en guzel karelerinden biri de her karakterin cenin pozisyonunda yattığı bu karede aslında hayallerinin bittiğini, yalnızlıklarını, çaresizliklerini ve bağımlılıklarını
anlatan en güzel sahnelerden biri. Ayrıca çok az bir bütçeyle çekilmiş olan bu filmi izlerken karamsarlık duygusuna kapılmamanız imkansız.
"Irkçılık" konulu filmler denince şüphesiz akla ilk gelen eserlerden biridir.
American History X, 1998 yılı yapımı, seneryosunu David McKenna'nın yazdığı ve Tony Kaye'nın yönettiği bu filmde esas alınan konu ırkçılık karşıtlığıdır. Edward Norton (Derek Vinyard), Edward Furlong (Danny Vinyard), Stacy Keach (Cameron Alexander) ve Ethan Suplee (Seth Ryan) gibi oyuncuların başrollerini üstlendikleri bu filmde, oyuncular sadece rollerine bürünebilmek için bile haftalarca çalışmak zorunda kalmıştır. Hatta ve hatta bir takım hurafelerde çıkmıştır "Edward Norton bu filmde oynadığı karakterden dolayı bir süre psikolojik tedavi görmüştür" diye.
İkinci Fragmanı;
Film 90'lı yılların ortasında geçmekte ve Derek Vinyard'ın hikayesini anlatmaktadır. Henüz daha küçük olan Derek, babasının siyahi bir uyuşturucu satıcısı tarafından öldürüldükten sonra, gün be gün ırkçı ve neonazi olma yolunda ilerlemeye başlamıştır. Derek ilerleyen günlerde Venice Beach mahallesinde varolan bir neonazi çetesine girmiş ve bu çetenin lideri olan Cameron Alexander'ın bir numaralı adamı olmuştur.
Bir gece arabasını çalmaya çalışan 3 zenciden ikisini öldürür. Özellikle bir tanesi feci şekilde katleder(bacağından vuruduğu siyahi adama,ağzını kaldırıma dayamasını ister ve şuursuzca öldürür) Böyle bir sahnenin pek iç açıcı olduğu söylenemez fakat filmede bambaşka bir hava kattığınıda hiç kimse inkar edemez:.
Vahşice ama yinede görülmeye değer diye düşünüyorum :)
Bir çok ele alınacak konu varken "Irkçılık" temasının işlenmesi doğru bir karar olsa gerek. Çünkü, halen dünyada ırkçılık konusu gündemdedir ve özellikle de Amerika'da. Irkçılığın doğurduğu sonuçları tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor desek yanlış olmaz.
Derek ve Danny Vinyard'ın odası;
Edward Norton'ın oyunculuğunu da değinmez isek olmaz. Derek Vinyard karakteriyle, aşırı ırkçı, nazi sempatizanı, katı düşüncelere sahip ve yıkılmayan bazı tabuları olan bir adamı canlandırmıştır. Yaptıklarının bir hiç uğruna olduğunu fark edince inanılmaz bir değişim yaşayarak ılımlı, tabuları olmayan ve ırkçılığa karşılığı savunmuştur. Hatta Edward Norton, bu filmdeki rolü ilen Oscar'a aday gösterilmiş fakat alamamıştır.
Filmde ki kardeşi Edward Furlong (Danny Vinyard)'ın oyunculuğunu pas geçemeyiz. Tıpkı Derek Vinyard gibi yetişen Danny Vinyard, daha genç olmasına rağmen abisinin statüsü sayesinde fazlasıyla saygı duyulan biri olarak karşımıza çıkıyor.
Filmde kayda değer bir Soundtrack seçimi yok. Fakat Johnny Rebel tarafından yazılmış olan ve filmin kısacık bir yerinde Ethan Suplee (Seth Ryan) tarafından söylenen bu marş akıllara kazılmıştır.
White Man Marches On
Ve son olarak filmdeki unutulmaz olan o replik:
"Has anything you've done made your life better ?"
''Guy Ritchie filmleri gibi'' tabirini kazanmamızda en büyük rolü olan filmlerden ikincisi.
Neden Snatch?
1998 senesinde Guy Ritchie'nin ilk sinema yönetmenliği olan Lock Stock and Two Smoking Barrels (Ateşten Kalbe Akıldan Dumana) isimli filminin inanılmaz ses getirmesinden sonra, yine kendine has kurgu biçimiyle 2000 yılında çektiği 2.filmdir Snatch.
Bazı rivayetler ve haberlere göre ilk filmindeki kısıtlı oyuncu kadrosu ve bütçesine rağmen yakaladığı inanılmaz başarı Brad Pitt'in dikkatini çekmiş, Guy Ritchie ile görüşerek bir sonraki filminde ben de varım ve kesinlikle para falan istemiyorum dediği öne sürülür. Ne kadar doğru ne kadar yanlış artık orası size kalmış :)
SNATCH
Suç ve aksiyon türünün son dönemdeki en dikkat çeken örneklerinden biri olan Snatch (Kapışma), Londra’nın suçla örülü yeraltı dünyasında vuku bulan iki farklı hikayeyi ele alıyor.
Aslında birbirinden bağımsız iki hikayenin oluşturduğu filmde, bu hikayeler ortak bir noktada buluşunca kurgu dehası Guy Ritchie farkı ortaya çıkıyor.
Birbirinden farklı iki hikaye ?
2 ayrı Hikaye 4 ana karakter üzerinden yürütülüyor; Türk,Mickey O'neill, Franky Four Fingers ve Cousin Avi Bu 4 karakter elmas hırsızlığı ve yeraltı boks dünyasının kralı olma gibi hedeflere ulaşmak isterken pek te istemedikleri durumlarla karşılaşırlar ve bunun akabinde filmimizin ana hatları ortaya çıkmaya başlar.
Filmde Londra'nın yeraltı dünyası birçok kez yerden yere vurulurken oyuncuların mükemmel aksan kabiliyetleri (özellikle Brad Bitt çok beğenilir) filmi çok daha gerçekçi bir hale getiriyor. Yukarıdaki videoda aksiyon üstadı Jason Statham (Türk) ve Brad Pitt'in (Mickey O'neill) birebir konuşmalarını izlerken ne kadar başarılı olduklarını görmemek elde değil.
Benicio Del Toro'dan bahsetmeden olur mu ? Filmde Franky Four Fingers olarak tanıdğımız Del Toro filmin çoğu bölümünde yer almasa da elmas peşindeki kahramanlarımızın başında gelir ve kumarbazlığıyla ünlüdür.Hırsızlığı kumarbazlığından çok daha iyi olan Franky'nin filmdeki bahtsız halleri izleyenlere komik sahneler sunuyor.
Filmde ana karakter olarak göze çarpmasa da aslında Türk'ün boks dünyasında başının sıkça derde girdiği acımasız gansgter Brick Top Türk ve boks çetesine zor anlar yaşatmaya başlar bu da filmimizdeki bitmeyen aksiyon örgüsünün bir başka kesiti olarak karşımıza çıkar.
Gelelim Soundtrack kısmına;
Guy Ritchie'nin her filmde titizlikle ele alığı soundtrack listesi bu filmde de son derece ön plana çıkıyor.
Filmin soundtrackleri ABD ve İngiltere sürümleri olarak iki ayrı albüm halinde satışa sunulmuştur.
Ayrıca Guy Ritchie, Madonna'nın Lucky Star şarkısının filmde geçmesi için kendisine 1 milyon dolar verdiğini de açıklamıştır
F. Scott Fitzgerald tarafından 1925 senesinde kaleme alınmış olan bu romanda sunulan aşk hikayesinin arka planında, Amerikan Rüyası gerçeği anlatılmaktadır.
İlk olarak 1974 yılında sinemaya uyarlanan bu edebi eser daha sonraMoulin Rouge filminde olduğu gibi herkesi büyüleyenBaz Luhrmanntarafından bir kere daha yorumlanarak günümüzdeki halini alıyor.
Son zamanlarda izlediklerim arasında ilk beşe girebilecek yapımlardan biri olan bu film, Jay Gatsby, Daisy Fay Buchanan ve Nick Carraway adlı üç temel karakterin etrafında dönüyor.
Bir diğer fragman,
Kitabın en önemli noktalarından biri olan west/east egg çatışması, green light, valley of ashes gibi simgelerin filmde işlenişi yapımın doğru bir şekilde yorumlandığını gösteriyor.
Özellikle green light -yeşil ışık- simgesinin her fırsatta belirtilmesi kitapla birebir gidildiğinin bir göstergesi.
Gatsby'nin koyun öteki tarafında oturan Daisy'nin iskelesinden yansıyan yeşil bir ışığa uzanma çabası umudu ve geleceğe yönelik kurumuş hayallerini temsil ediyor.
Film yeşil ışık ile başlıyor ve bitiyor.
Filmin sonunda "ancak bu kadar muhteşem bir senaryo olabilir" demeye kalmadan oyuncuların başarısını ve hayran kaldığınız kostümleri yorumlamaya başlamış buluyorsunuz kendinizi.
Soundtrack albümü inmiş bile.
Jay Gatsby karakterini canlandıran Leonardo DiCaprio bir kere de açık kapı bıraksın da eleştirelim ama yoook. Bir adam bu kadar mı başarılı olur?
Titanic zamanları hiç beğenmediğim ufaklık büyüdü ve neredeyse dünya üzerindeki her kızın taptığı bir adama dönüştü.
Daisy Fay Buchanan'ahayat veren ve o duru güzelliyle kendisinden fazlasıyla söz ettiren Carey Mulligan ise yine mükemmel bir oyunculuk sergiliyor.
Romanda bahsedilen o şatafatlı yaşamı beyaz perdeye yansıtmakta hiç zorlanmayan Baz Luhrmann ve ekibi bizi yaşadığımız dünyadan alıp 20'ler Amerika'sına götürmeyi büyük bir ustalıkla başarıyor.
Luhrmann yapımlarında her zaman titizlikle işlenen kostümler -rüyanın içinde olanların taktığı mücevherlere ve makyajlarına kadar- ve özenle seçilen mekanlar kitabın ne kadar doğru yorumlandığının bir kanıtı.
Gatsby malikanesi.
Özellikle düzenlenen partilerin yer aldığı sahneler Amerikan Rüya'sınıyaşayanların dış dünyaya karşı ne kadar umursamaz olduklarını gösteriyor.
Kostüm konusundaki başarı günlük kıyafetlerdeki seçimler kadar partilerde kıyafetlere kadar uzanıyor.
Filmden sonra en çok iz bırakan şeylerden biri de tabi ki soundtrack seçimleri.
Lana Del Rey, Gotye, Beyoncé, will.i.am, Jay Z, Sia, The XX, Florence Welch, Jack White, Fergie...
Jay ve Daisy sahnelerindeki şarkılardan Gatsby'nin evinde düzenlenen partilerdeki şarkılara kadar hepsinin temaya bu derece uygun olması yapımın bir başka güzelliği.
Lana Del Rey teklif üzerine yazdığı Young and Beautiful adlı şarkısıyla bir kez daha ne kadar iyi bir yazar ve yorumcu olduğunu kanıtladı. Bir senaryoda anlatılanların bir şarkıda özetlenmiş olması kesinlikle Lana'nın başarısı olabilirdi.
***
Gatsby believed in the green light, the orgastic future that year by year recedes before us. It eluded us then, but that's no matter -tomorrow we will run faster, stretch out our arms farther...
And one fine morning -so we beat on, boats against the current, borne back ceaselessly into the past.